ÖLÜM KALIM MESELESİ - 14.04.2025
99 kere okundu
Her çiçek her dalda aynı güzel olmaz, vermez aynı kokuyu; ömrü aynı değildir hiçbir çiçeğin, kimi erken solar, kimi geç. Her bilen her şeyi bilemez, her yanılan dönmez yolundan, sabah geç olsa da gece kötü geçmemiştir hep. Gece bitti, sabah oldu, gün usul usul doğuyor tepelerin ardından. Dönmedi giden, kırık dökük de olsa onardı kendisini terkedilen. Yağmur biriktirirken bulut tomurcuklanmaya başladı tohum. Devam etti döngü, akıp gitti ömür.
Ben susunca sen de susarsın dimi dedi kadın, sustu adam. Hüzün dolu baktı kadın adama. Adam bakamadı kadına. Terazinin iki kefesi de aynı dolmaz çünkü hep. Biri sever göstermez, biri allar pullar bayram yerine çevirir içindeki neşeyi. Bir bakmışsın düğüne durmuş karşında, uzatsan elini alıp götürecek seni de, katacak neşeni neşesine, neşesini bağşedecek neşene. Susarsın ama. Nasıl istersen dedi kadın. Durdu düşündü adam, nasıl istediğini kendisi bile bilmiyordu oysa.
Ölüyoruz kimseye duyurmadan, kimsenin haberi olmadan ölüyoruz. Yaşarken içinde bulunduğumuz görünmezlik ölünce de geliyor ardımızdan. Islanmıyoruz yağmurda, soğuk hava üşütmüyor bizi, baharda çiçek açamaz olduk, yürüdüğümüzün yol bile farkında değil. Gri bir gökyüzü altında kahverengi güneşe dönüyoruz yüzümüzü, yüzümüzdeki gözler fazlalık, burun gelişigüzel, ağzımızı açmaya korkuyoruz söyleyeceklerimizi sevmezler diye. Ne diye zaten bu olan biten, kimden ötürü, bize rağmen. Azaldık mı arttık mı belli değil, gider miyiz bu saatten sonra kalır mıyız umursayan yok.
BEN SANA YİNE VURGUNUM - 4.04.2025
84 kere okundu
Ömrümüz ayrılıkların toplamıdır diyor Ahmet Telli. İtilmiş, tekmelenmişim /doğduğum günde yanmışım /yalnız sana inanmışım diye ekliyor Sabahattin Ali. Gün bitiyor gülüş kalıyor yadigâr dudağın sol ucunda. Örselenmiş duygular, acı kayıplar, yeri dolmayan boşluklar. Eksile eksile yürümüşüz bu yolu; kâh düşmüşüz, kâh elimizden tutup kaldıran olmamış. Dizlerimiz yara bere içinde, kalp kırık… Ve devam ediyor söze Telli; kapanmaz gülüşünün açtığı yara, uçurum olur, cellat olur her gece.
Şairin kaleminde acı bile yaşanası duruyor. Hem hasret gidecek yeri olmayan acıdır derler, kalır ortada öylece. Bir şair alır onu allar pullar, telli duvaklı bir gelin yapar. Heves edersin, bu acı benim olsun dersin, ondan çocukların olsun istersin. Sonra bahar gelir, uğur böcekleri dolaşır otların arasında, kelebekler çarpar gözüne, zerdali çiçekleri pembeye boyar memleketi. Gel de aşık olma, gel de çekme acısını aşkın, gel de sevme bu memleketi.
Sonra olanca özgüveniyle bir adam girer salondan içeri. Bütün gözlerin ona baktığını düşünmektedir. Emin adımlarla yürür gitmek istediği yere, bakmaz hiç sağına soluna. Ekim ayının ortalarıdır, serin bir rüzgâr esmektedir dışarıda, esmer bulutlar yağmurun habercisidir. Bir kahve alabilir miyim der yaklaşan garsona. Nasıl olsun kahveniz der garson. Sert olsun diye net bir dille iletir isteğini adam.
Aykırı anlamlar arayıp durma /Güz biter sular köpürür de /Kapanmaz gülüşünün açtığı yara /Uçurum olur, cellat olur her gece. Sert bir kahveyle kapanmayacak olsa da yaralar, biraz olsun kendine gelecektir adam. Sırf yakıyor diye elini ateşten esirgemez bazısı, boğulmadan bir tık önce çıkartır kafasını suyun içinden, ölümden önceki son çıkıştır, dönüp durursun kendi çevrende. Sığındığım her yer diyor adınla anılır. Ben girerim sokağı devriyeler basar. Kaçsan kurtulamazsın diye değil içinden gelmediği, aklından bile geçmediği için kaçmazsın. Ne kadar kendine güveniyor olsan da, ne kadar emin olsan da olan bitenden, kuyruğu dik tutmaya çalışsan da bilir garson kahveyi niye sert istediğini.
MUTLU ÇARŞAMBALAR - 2.04.2025
64 kere okundu
Neydi senin sabahını diğerlerininkinden ayıran, üstün ya da farklı kılan? Daha mı iştahla doğuyordu güneşin, havan sıcak mıydı diğerlerinkinden, cumartesi miydi her gün ya da Pazar? Neydi seni sen yapan, sabahın olur olmaz saatlerinde yataktan kaldıran, güne başlatan.
Yazacak bir şey bulamıyorsan başa dön diyor Borges, tekrar başla yeniden. Yazacak bir şeylerin varsa da başa dönebilirsin, aynı yolu yeniden ve daha bilerek yürümek için. Günlük tutarak başlamıştım yazmaya. Kimsenin umursamayacağı benden bahsederek çıkmıştım bu yola. Yürürken kendimden uzaklaşıp yoldan bahsetmeye başladım. Yol harikulade güzeldi, milyonda birini anlatabilmek bile renk katıyordu hayata. Benimkine en azından.
Sıradan bir Çarşamba sabahı; mahallenin pazarı bugün, pazarcıların bağrışları gelmese de biliyorum orada olduklarını. Çok keyifli bir ülke değil yaşadığımız uzun süredir. Herkes herkese dost, düşman herkes herkese. Volkan Konak öldü iki gün önce, gidişi yokluğu hissedildikçe anlaşılacak bir değer. Ekrem İmamoğlu’nu içeri attılar. Türkiye’de kimse masum değil ama suçlular içeri atılmaya başlanacaksa Ekrem Başkan’a kadar çok insan vardı. Güç kimdeyse onun dediği olur. Bugün vatandaş gücünü deneyecek, boykot var. Alışveriş yapılmayacak bugün. Kahvaltı yapacaktım yumurta yokmuş. Hazır boykot da varken üşendim bakkala gitmeye. Dondurucudan poğaça çıkartıp mikrodalgada yenecek kıvama getirdim. Gücümüzü sakladığımız donduruculardan çıkartıp kullanmamız gerekiyor bazen. Üşengeçliğin felsefi ifadesi olarak kayda geçti durumum.
Babam üçü bir arada içer, köylü babam, eski adam. Yok öyle americano ya da fitre kahve durumları. Ben bile yeni öğrendim. Kerem ne söylerse bana da aynısından diyorum. Geçenlerde kahveci dükkânındaki kadına ben anlamam öyle şeylerden, sütlü kahve ver bana dedim. Fark ettim dedi. Neyi fark ettiyse, babama benziyorumdur en çok. Kötü hissedeceğim bir şey değil yani. Kitap yazdım ben dedim, sen kendine baka. İçimden dedim tabi, duymadı kimse. Zannedersin yüz binlerce sattı kitap. Birkaç arkadaş okudu, onlar da anlamamışlar. Neyi anlıyorlar ki gerçi. Baba arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.
Anlamıyor kimse kimseyi ama herkes herkesi müthiş biliyor. Herkesin her şey hakkında fikri var. Benim de vardı ama artık yanıldığımı fark ediyorum. Dahası o kadar da önemli değil kimin ne düşündüğü, neyin aslında ne olduğu. Senin düşüncelerin ya da seçimlerin benim hayatımı etkilemiyorsa canın ne istese o ol, ne istiyorsan onu yap. Arada dikenli dilimi sana doğru uzatabilirim ama inanki niyetim kötü değil. Alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemiyor insan.
Çocuklar büyüdükçe fark ediyor insan. Başka yerlerde insanlar yaşarken biz burada hayatta kalmaya çalışıyoruz. Hayatta kalmaya çalışan insanlardan çok da bir şey beklememek gerek. Durup kendilerine bakmak gibi fırsatları olmayabiliyor. Kendilerini korumaktan başkalarını düşünecek zaman bulamayabiliyorlar. Ama yine de benim hayatımı etkiledikleri yerde kayıtsız kalamıyorum. Zaman azaldıkça değeri artıyor zira. Değerli şeyleri har vurup harman savurmamak gerek, ele güne meze etmemek gerek.
Sokağa çıkmak gerek, derin derin nefes alıp havayı içine çekmek gerek. Denize bakmak gerek. Elimizde en çok o kaldı, onu alamıyorlar bizden. Ah be deniz, iyi ki varsın. Denizi olmayan şehirlerin insanlarına üzülürdüm düşünceli birisi olsaydım. Düşünceli birisi olsaydım üzülecek ne çok şey olurdu. Günlerden Çarşamba, aylardan nisan. Şükür olsun bu günümüze de.
KAVRUK BİR NEŞE BİZİMKİSİ - 25.03.2025
84 kere okundu
Kavruk bir neşe bizimkisi, eli yüzü mütevazı bir keyif. Nerden ne geleceği belli olmayan bir hava, biraz yağmur, az bir şey meltem esintisi. Akşam vakitleri, gün batmak üzere, bahar yerini yaza terk etmek üzere; sıcağız yani, yok içimizde soğukluk. Hem zaman dediğin su misali, giden geri dönmüyor yaşayarak öğrendik.
Büyür bir sarmaşık içiten içe sarar sarmalar. Nefes alman zorlaşır, etrafını göremezsin, rahat hareket edemezsin. Beslesen derttir, kesip atsan beceremezsin. Büyümek zorlaşır bir yerden sonra, güneşe dönsen de yüzünü köklerin bırakmaz, zorluk çıkartır. Oysa ısınmıştır havalar, oysa zaman geçmektedir, oysa güzel bir şarkı gibi akmaktadır su usul usul. Bir sandalye atmalı kenarına, bir bardak çay doldurmalı, uzatmalı ayakları, keyfe bakmalı.
Okuldan kaçıp sahile inmiştik de sigara içmiştik gizli gizli. Hiç tanımadığımız bir adam yanımıza gelip okuldan mı kaçtınız demişti, bir de sigara içiyoruz diye azarlamıştı. Yetmemiş birer de tokat atmıştı. O tokadı bile özlüyor insan. Arkamıza bakmadan güle güle okula kaçmıştık. Havalar daha sıcaktı o zaman, insanlar da sıcaktı, biz de. Soğudu şimdi herkes biraz dirense de kendince. Ayakları üşüyor insanın böyle zamanlarda en çok. Ayaklar ısınmadıkça da normale dönemiyor bazı şeyler.
Aşkın Nur Yengi’nin Sevgiliye albümü vardır, dönüş yolundakiler bilir. Usulca akan ırmağa eşlik edebilir mesela. Çay şekersiz olacak, ağaçlar geniş yapraklı. Rüzgâr estiğine değecek, geçip gitmeyecek sert gövdeler arasından, yaprağı okşayıp geçecek. Hem hissedecek, hem hissettirecek. Kavruk bir neşe bizimkisi, yağmur da yağabilir ansızın. Islanabiliriz yani, yaşadığımızı hissederiz belki. Umalım da geçmiş olsun ayaklarımızın üşümesi.
BİR MEVSİM - 5.03.2025
113 kere okundu
Sonra bir mevsim başlar; kimine güz, kimine bahar. Kimi yeşile bürünür çiçek açar, kimi döker yaprağını. Kiminin dalına kelebek konar, kimi ardından bakar göçmen kuşların. Sonra bir mevsim başlar; kimi yanar güneşin alnında, kimi üşür kar soğuğunda. Sonra bir mevsim başlar; sen nasıl bakarsan ona, o da sana öyle bakar
Patlayıcı silahlarıyla gelirler sonra, kesici ve delici silahlarıyla. Can acır, alışkın değil topa tüfeğe, süngüye alışık değil. Akar kan kuraktan çatlamış toprağa. Suya niyet, kana kısmet. Bilmezler, kan hiç yakışmaz toprağa. Ölür karşı koyanlar, bugünü yarına el üstünde taşımaya çalışanlar ölür, ölür insan topla, tüfekle, süngüyle ölür. Öldürür topraktan yaratılmışlar, doymazlar kana. Oysa bahardır mevsim belki, yeşile bürünmek vardır akılda, çiçek açılacaktır daha. Ne olur el ele çıkılsa geceden sabaha.
DEĞİŞİR ZAMAN - 3.03.2025
51 kere okundu
Ne tür bir saçmalığın içerisindeyiz ve nereye gidiyoruz anlamak mümkün ama sindirmek çok kolay değil. Akşam yemeği için hazırlanıyormuş da yüzüne sürdüğü krem hakkındaki yorumları daha sonra yapacakmış. Oturmasına bir baksaymışsınız. Çok heyecanlıymış ve heyecanını sizle paylaşmadan edemezmiş. Cidden heyecanlı ve cidden paylaşmadan duramıyor belli ki. Ve cidden binlerce kişi seyredip beğenmiş videoyu. Yüzlerce insan var sosyal medyada bu şekilde hayatını devam ettiren. Ve daha da kötüsü milyonlarca insan var bu insanları seyredip hayatına yön veren. Sonuç olarak çok özgün giyinip, çok havalı konuşup harika düşüncelere sahip “çok özel” insanlar topluluğu haline geldik. Geldik demem lafın gelişi. Onlar gibi olursam yaşadım saymayın beni.
Orta sınıf canlılardan bahsediyorum, yukarısı almış başını gitmiş zaten. Ayakkabıya yirmi-otuz bin vermek sıradan bir aktivite. Orta sınıf Nike seviyor, Jordan modeli. Adidas ya da Puma’nın aynı model ayakkabısı bile olmuyor. Üzerinde Nike amblemi olacak. Havalı olmak ile tarz olmak farklı şeyler mesela. Herkesin giydiği trend şeyler giyersen havalısın, herkesin giymediği havalı şeyler giyersen tarzsın. Tarz olmak zor olduğu için havalı olmayı seçiyoruz biz. Parayla tabi. Paran yoksa eziksin, selam bir vermesek olur sana. Ben değil ha, tamamen onlar. Ergen yaş grubu… Büyüklerin de durumu pek farklı değil gerçi. Keçinin atladığı yerden gıdağı da atlıyor. Ne keçinin eti yeniyor ne de gıdağının.
Kolay para kazanmanın yolu sosyal medya. Bu kadar aptalın olduğu bir dünyada ne satarsam zengin olurum diye düşünmek biz eski kafalıların işi. Ne satmazsam zengin olurum diyor yeni nesil. Açıyor kamerayı geçiyor karşısına. Aptalca cümleler kuruyor ağzını gere gere. Kanaat önderiymiş gibi cümleler de kuruyor. Ortada bir şey yok yani üretilen. Bazen aptalca şakalar yapılıyor, bazen makyaj, bazen de giyiniliyor ya da soyunuluyor. Ortada satılacak bir şey yok yani. Kalçalarını oynatıyor diye on binlerce seyredilen mi dersin, kırkından sonra memelerini gösterdi diye zengin olan mı? En eski meslek var ya; şimdilerde Only Fans deniyor ona. Para verip aç diyorsun, açıyor abla. Gelsin paralar. Abiler de yapıyordur muhtemelen. İyi de para kaldırıyorlar, kolay para. Ortada yine üretilen bir şey yok ama para akıyor. Çünkü milyonlarca hatta milyarlarca aptalın olduğu bir dünya kalabalığın istediği şekilde döner.
Tarihin her döneminde gençleri anlamayan yetişkinler de olmuş, yetişkinlere hak vermeyen gençler de. Ama bu dönem apayrı. Gençler ayrı bozuk yetişkinler ayrı. Ne ahlak var, ne de herhangi bir değer. Her şeyin bir fiyatı var; kimi nakit ödüyor, kimi öpücükle.
HER ŞEYİ BİLİYORUZ - 22.02.2025
124 kere okundu
Her şeyi biliyoruz; bilmediklerimizi bile biliyoruz. Bir şeye de bilmiyoruz desek yok, demiyoruz. Bilmediğimiz anlaşılır diye daha da çok biliyoruz bilmediklerimizi hatta. Niye böyleyiz de demiyoruz. Hep ileri bakıyoruz, hep burnumuzun doğrusuna ilerliyor yol. Ne vardığımız yer bir şeye benziyor ne tadı tuzu var yürüdüğümüzün. Konuşuyoruz, gülüyoruz, şarkılar söylüyor, bağırıp çağırıyoruz. Başladığı yerde bitiyor gün aslında, başladığı gibi bitiyor hem de. Gözümüze alan ışık yüzünden hiçbir şeyin farkında olmadığımız söyleniyor, sırtımızı dönsek ışığa önümüzü göreceğimiz söyleniyor ama bizden iyi mi bilecekler. Aldırmıyoruz.
Komşunun bahçesinden sümbül kopardım dün, berideki pembe evin duvarının üzerindeki fesleğenin saçlarını okşadım geçerken. Vazoyu yarı beline kadar su doldurup sümbüllere biraz daha yaşamaları için bir şans verdim. Bahşettiğim hayatın karşılığında odamın kokusunu değiştirecekler. Al sümbülüm ver sümbülüm dünyası…
Söylenmemiş sevgilerde açılmamış şarapların tadı var diyor Metin Vural. Birisini seversiniz bazen, durur öylece bir köşede. Saklarsınız onu kendinize. Büyütürsünüz gözünüzde. Bilmezsiniz, büyüktür de hatta belki de. Açılmamış şarapların tadını kim bilebilir ki hem. Sümbül değil ki bu koklayasın; koparıp dalından, yarı beline kadar suyla dolu bir vazoda ölmesini bekleyesin. Sümbül değil ki açılmamış şarapların tadı. Söylenmese de üç aşağı beş yukarı bilinen sevgiler.
Sahi var mı bir başkasını kendisini sever gibi seven. Kabul eden her haliyle, her haliyle önemseyen. Yüzünün her zerresine görünmeyen dövmeler çizip sevgisini ilmik ilmik ören. Yüzün uzaktan gelen gemiler gibiydi, yaklaştıkça büyüyordu gözümde. Gözüm ki çok az şeye verir kıymet, çok az şeyi büyütür içinde.
Her şeyi biliyoruz; bilmediklerimizi bile biliyoruz da bir kendimizi bilmiyoruz. İçimizde yakın ediyoruz uzakları, yakınlara uzak duruyoruz. Hangi rüzgâr savurdu bizi, hangi dalgayla vurduk kıyılara. Boğulduk belki, ciğerimiz tuzlu suyla dolu, yanıyor içimiz. Söylenmemiş sevgiler gibi, açılmamış şaraplar, gidilmemiş yollar, yaşanmamış ömürler gibi. Dönüp dolaşıp hep aynı yere geldiğimizi görmezden gelmek için şerefine bir kadeh, bir kadeh daha. Sarhoş olana, olanı ve olmayanı unutana kadar üstelik. Her şeyi biliyoruz nasıl olsa.
ESKİDİK ZİRA - 23.01.2025
145 kere okundu
Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim diyor Bedri Rahmi Eyüboğlu dizelerinde. Karadeniz kıyılarında bulamadığı huzuru, mutluluğu Ege’de arıyor... Bin dokuz yüz kırklı yılların sonlarında Halikarnas balıkçısı Cevat Şakir Sebahattin Eyüboğlu’na “Bu yaz da Bodrum’a gelmezseniz topunuzu siliyorum” diye zehir zemberek bir mektup yazar. Sebahattin, Kardeşi Bedri ve bir kaç arkadaşıyla birlikte taka ile İzmir’den Bodruma giderler. Bedri Rahmi Eyüpoğlu Bodrum sabahının ışığından etkilenip orda yaşamaya karar verir ve onlarca resim yapar gördüğü o ışığı barındıran.
Hırçındır Karadeniz, tutkuludur, heyecanlıdır. Her şeyi barındırır da huzuru barındıramaz içinde. Hırçınlığı en çok kendisine zarar verir, tutkusu sahip olmak üzerinedir çoğu zaman ve heyecanı huzura manidir hep. Sever gücü; sahip olmak ister, yönetmek ister, gözler hep ona baksın, parmaklar onu göstersin ister. İçinden çok dışındadır aklı, kendine eğilmek yerine başkalarıyla ilgilenir; çekip çevirir, şekil verir, yöneltir. Ama bilmez ki en iyi yolculuğu içinedir insanın, en güzeli huzurdur duyguların ve ömür koşturmaya değmeyecek kadar kısadır. Ege öyle değildir oysa, sakindir, huzurludur. Kalabalıktan bıkmış insanlar kaçar Ege’nin sakinliğine. Dışını süslemekten vazgeçenler içine eğilmek için tutar Ege’nin yolunu.
Gerçi keşfedilen iyiyi hak edip etmediğimize bakmadan kendimize benzetene kadar, posasını çıkartana kadar uğraşıp, sonra da şikâyet etmek üzerine kurulu göçebe kültürümüz manidir her şeye artık. Ege de ayakyoludur bizim için artık; Karadeniz de, gidip bizzat yerinde içine etmeden rahat edemeyiz. Ben de gittim, ben de gördüm, oradaydım demekten öteye gitmez birlikteliğimiz. Sen de oradaysan benim gitmeme gerek yok diyenlere de burun kıvırmaktan geri kalmayız. Çünkü nezaketi saçmalık haline getirmişizdir yıllar içinde; riyakârlığımızın, kötü niyetimizin, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasıncılığımızın paravanı yapmışız. Güzel olan her şeyi el birliğiyle öldürüp yerine kötülükler kondurmuş, sonra da karşılarına geçip hey gidi eski günler demişiz.
Eskidik zira; yaşamadan eskidik, sevemeden eskidik, hissedemeden eskidik. Eskidik zira, güzel olan her şeyin harabeye çevrildiğini göre göre eskidik, sevdiklerimizin ölüm haberlerini duya duya, canlıya verilen kıymetin gün be gün azaldığını göre göre eskidik.
En azından üç dil bileceksin diyor Eyüboğlu, en azından üç dilde ana avrat düz gideceksin, en azından üç dil… Çünkü sen ne şu ne busun; oğlum Mernus, sen otobüsü kaçırmış bir milletin oğlusun.
HADİ HAYIRLISI - 16.01.2025
100 kere okundu
Parçadan buluta giden yolda misketlerimi kaybettim, hükmü zafiyete uğradığı için bulanların acilen kahvaltıdan önce yüzlerin yıkaması gerekmektedir. Zira sabahın kör vaktinde tenle temas eden tercihen soğuk su uyanmanıza yardım edecek, uyku durumunuzdan yararlanmaya çalışacak kayıp misketlerin kötü emellerinin önüne geçecektir. Tarih on altı ocak iki bin yirmi beş, günlerden Perşembe. Kayda değer hiçbir şey yok.
Yüz otuz altıya kadar adımlarımı saydım ama gitmek istediğim yere henüz varamadığım için dört haneli rakamlara ulaşmadan vazgeçtim. Yağmur damlalarının yol kenarındaki çukuru doldurmasını bekledim, sular yola taşmaya başlayınca yürümeye devam ettim. Bir yerlere yetişmek isteyen birbirine çok benzeyen insanlar yanımdan geçip gidiyordu. Ne gereği var dedim. Biri dönüp baktı bana, duymuş olmalı. Ama hiçbir şey söylemedi. Yoktu zaten hiçbir şey, yağmaya devam eden yağmur dışında!
Hiç gereği yokken yeni bir yıla girmiştik. Takvim yapraklarındaki yazılar dışında değişen bir şey yoktu, varsa da bizden saklıyor olmalıydılar. Oysa eninde sonunda her şey çıkıyordu açığa; saklamak içinde bulunulan zamana bağlı bir kendini kandırma biçimiydi. Eskiden külyutmazdım, artık kanar oldum bazı şeylere. Kanan da mutlu kandıran da. Yıl değişmese de mutlu olacaktım oysa, ne gerek vardı bunca masrafa. İş yapmayan dükkânlara kira ödemeyi alışkanlık haline getirdik. Eskiden öyle değildi sanki, herkes her yere dükkân açmazdı. Artık boş dükkâna bile kira öder olduk; hadi hayırlısı.
DON KİŞOT - 19.12.2024
233 kere okundu
Anneniz ya da babanız Don Kişot olsun ister miydiniz? Kızınız ya da oğlunuzun yel değirmenleri ile savaştığını görmek mutlu eder miydi sizi. Ama severiz merhum Alonso Quijano’yu. Ne güzel yazmıştır Cervantes; eline kılıç verip sözde aristokrasinin genel kanısıyla savaşsın diye yel değirmenleriyle savaştırmıştır kahramanını. Kazanmış mıdır peki? Hayır. Yüzyıllardır aynı savaş devam etmektedir ve kaybedeni bellidir. Ama bıkmayız kahraman aramaktan; don Kişot gibi cümleler kurar Ali gibi, Ayşe gibi yaşarız. İkiyüzlüyüz yani, işin özeti budur.
Herkes kendi evinin önünü temizlese sokakları temizlemesi gereken bir belediyeye ihtiyaç duymayız. Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapmazsan işin mahkemelere düşmez. Sana yeteninden fazlasını başkalarıyla paylaşırsan vergi vermen gereken bir düzene ihtiyaç kalmaz. Ama biz iyi şeyleri kendimize ister, gücümüz yettiği kadarını alır alamadıklarımız için de yaygara kopartırız. Kahramanlar ararız kurtarsın bizi diye. Zenginden alıp fakire versin, pislikleri temizlesin, haksızlıkların cezasını versin.
Yolumuz o kadar güzeldir ki çocuklarımız için de aynısını isteriz; fazlasını hatta, bizim yapamadıklarımızı o yapsın isteriz. Çok para kazansın, kariyer yapsın, toplumda lafı geçen bir insan olsun, kurallara uyan değil kural koyan zümrenin içerisinde olsun. E hani Don Kişot seviyorduk biz. Rahmetlinin savaştığı yel değirmenlerini yaratmaya çalışmıyor muşunu ellerinizle. Yok diyor dış ses benim çocuğum öyle birisi değil. Haklısın, kötüler hep başkalarının yetiştirdiği başka çocuklardır. İyiler bizdendir hep, kötülerin Allah cezasını versin.
Burnumuzun pis kokan atıklardan çıkmamasının sebebini hep başka yerlerde aradığımızdandır belki de sonuç alamamamız. Bazen uzaklarda aradığın burnunun dibindedir, içindedir hatta. Yine aynı dış ses; olur mu öyle şey, düzen bozuk... E iyi de az önce yetiştirdiğin çocuklar yapmıyor mu bu düzeni, en iyi okullarda okuyup, en iyi işlere girip, en iyi yerlere gelsin diye uğraştığımız çocuklar. Kim koyuyor kuralları, kim haklıya haksıza, doğruya yanlışa karar veriyor. Hani iyiler kazanırdı hep, niye kötüler yönetiyor bizi yüzyıllardır. Sanki bir yerlerde bir yanlış var. Biliyorum başkalarında hep suç, sizler ölümüne masumsunuz da ama yine de acaba diyorum. Her seferinde aynı yolu deneyip başarısız olduğu halde ısrarla aynı yoldan giden insan birazcık da olsun aptal sayılamaz mı?
İyi adam hoş adam Don Kişot ama sen de aynısını yapamadıysan paye verme garibana, getirme gaza. Zira sen ondan söz et diye, arkasından yürü diye heba etmiş ömrünü masalda da olsa. Anısına saygısızlık ediyorsun zira.